Çocuk sahibi olmak istemeyenler, günlük hayatlarında sık sık “yaşın geçecek; bir problem mi var; çocuk, evliliği kurtarır; yaşlanınca sana bakacak birini ararsın; çocuk, evin neşesidir; anne olunca keşke daha önce yapsaydım dersin; kucağına ilk aldığında anlıyorsun o hissi; çocuk yapın da biz de artık torun sevelim…” tarzında klişe sözlerle karşılaşır.
Çocuk sahibi olmaktan kaçınmanın sebepleri toplum tarafından en çok sorgulanan konulardan biridir. Günümüzde insanların geçmişe kıyasla neden dünyaya çocuk getirme düşüncesinden daha uzak durduğu konusunu uzmanların yardımıyla sizin için açıkladık.
Dünyaya çocuk getirmeye karşı gelen ideoloji: Antinatalizm
Antinatalizm; çocukların rızası olmadan dünyaya getirmenin etik olmaması, nüfus artışı, iklim krizi ve küresel ısınmaya bağlı çevresel kaygılar, genetik miras kaygıları, ekonomik kaygılar, çocuk sahibi olanların ruh sağlığının bozulması, çocuğun dünyaya geldiğinde acı çekecek olması gibi sebeplere dayanarak çocuk sahibi olmaya karşı olan bir ideolojidir.
Antinatalistlerin savunduğu tüm bu sebepler, dünyaya çocuk getirmenin önüne geçer. Günümüzde “antinatalizm” görüşünün kelime anlamı pek bilinmese de bu ideolojiyi savunanların sayısı günden güne artıyor.
Kadının toplumdaki konumunun değişmesi, çocuk sahibi olma fikrine olan yaklaşımı da değiştirdi.
Değişen toplumsal bilinçle beraber kadınlar iş hayatında daha çok yer almaya başladı. Artık eskisi gibi “kadın kısmı evde oturur; çocuğuna bakar, yemek yapar, temizlik yapar” gibi demode düşüncelerin yerini “kadınlar da erkekler kadar iş hayatının içinde olmalı, ekonomik özgürlüklerini kazanmalı, eşit fırsatlara ve maaşa sahip olmalı” düşünceleri aldı.
Hâl böyle olunca, bir kadın ve bir erkeğin toplumsal yaşamdaki görevleri birbirine yaklaştı ve çocuk bakma sorumluluğu geri planda kalmaya başladı. Artık kadınlara göre çocuk bakmanın sorumluluğu, “özgürlük kısıtlayıcı” bir şey. Bir çocuğa bakmak için evin içinde konumlanarak eve bağlı yaşaması gereken kadınlar, bunu tercih etmek istemiyor.
Anne olmak ya da olmamak sadece kadının karar verebileceği basit bir seçimdir.
Akademisyen Dr. Pınar Eke’ye göre; bir erkek, yaptığı işle toplumsal statüsünü elde ederken kadınların toplumsal varlığı sadece annelikle onay alıyor.
Çocuk doğurmayı yalnızca “istememek” gibi bir sebep kadınlar için makul bir neden olarak görülmüyor ve ardından “bir sağlık problemin mi var, yaşlanınca sana kim bakacak, kocan mı istemiyor?” gibi sorularla karşı karşıya kalıyorlar. Halbuki anne olmak ya da olmamak, sadece kadının karar verebileceği basit bir seçimdir.
Anne olma isteği, kadınlara doğuştan yüklenen bir içgüdü değildir.
Op. Dr. İlter Yenidede, her kadının anne olmak gibi doğuştan gelen bir içgüdüsünün olmadığını, anneliğin toplumsal olarak atanmış bir rol olduğunu belirtiyor. Ayrıca; sadece hormonlardan hareketle anne olmayı isteyen bir kadının olmayacağını, yalnızca hormonlarının yüksek olduğu dönemde cinsel istekten kaynaklı hamile kalma şansının daha yüksek olduğunu vurguluyor.
Jinekolog İlter Yenidede, şunları ekliyor: Üremeyi gerekli kılan sebeplerin neredeyse hepsi toplumsal. İnsanların erken yaşta hastalıktan öldüğü ya da savaşların olduğu ülkelerde üreme sayısı artıyor çünkü nüfusun korunması gerek. İnsanların ölüm oranlarının az olduğu ülkelerde ise doğum oranları düşük. Bunu belirleyen genler değil, toplumsal yapı.
Geçmişteki yaşam şartlarının değişmesi de dünyaya çocuk getirme konusundaki parametreleri etkiliyor.
Eskiden insanların çocuk fikrine daha çok yanaşmasının sebeplerinden bir diğeri, geçmişte çocukların “iş gücü” olarak görülmesiydi. Çocuk sayısı arttıkça ailedeki işçi sayısı da artıyordu. Ancak 1950’li yıllardan itibaren bu düşüncenin değişmeye başlamasıyla çocuk doğurmaya karşı tutum da değişmeye başladı.
Çocuk sahibi olmaktan kaçınmadaki bir diğer sebep: Ekonomi
Elbette günümüzün şartlarına baktığımızda çocuk sahibi olmaktan kaçınmanın ekonomik boyutu yadsınamayacak kadar fazla.
Kendi ihtiyaçlarımızı karşılarken veya bir evi geçindirirken bile zorlanmaya başladığımız bu dönemde dünyaya gelen bir bebeğin belli bir yaşa kadar özel ihtiyaçlarından öte; eğitim, barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçlarını maddi açıdan karşılamak bile epey zorlaştı.
Çocuk sahibi olmanın önüne geçen diğer nedenler:
- Anne olan kişilerin devlet tarafından yeterince desteklenmemesi
- Çocuk büyütmenin paylaşılabilecek bir sorumluluk olduğu ülkemizde ve dünyada hâlâ tamamen onay görmemesi
- Hayatın eskisine göre daha mobil ve yoğun ilerleyişi
- Sorumluluk kaygısı
- Kariyer planları
- LGBTİ+ bireylerin çocuk sahibi olma konusunda yaşadıkları toplumsal zorluklar.
ABD verilerine göre çocuk istememe nedenleri:
- %56: Sadece istemiyor
- %19: Tıbbi
- %17: Ekonomik
- %15: Partneri yok
- %10: Yaş
- %9: Dünya durumu
- %5: İklim krizi
Türkiye’de doğurganlık hızı son 2 senede hızlı bir düşüşe geçti.
Doğurganlık hızı; bir kişinin, yaşamı boyunca dünyaya getirebileceği toplam çocuk sayısıdır.
2000 yılında hesaplanan Türkiye’de doğurganlık hızı 2,50 çocuk iken, 2020’de bu sayı 1,88 çocuğa düştü.
İLGİLİ HABER